KALSİYUM PARADOKSU


K2 VİTAMİNİ VE KALSİYUM PARADOKSU

Kate Rhéaume-Bleue

K2 Vitamini çok yeni bir keşif. Birçok kişi K2 vitamininin önemini bilemiyor. Bilgi alabileceğimiz çok fazla kaynak da maalesef yok. “K2 Vitamini ve Kalsiyum Paradoksu” kitabı bu açıdan çok zengin ve kolay anlaşılır bir kaynak. Ancak henüz Türkçe’ye çevrilip yayımlanmamış. Kitaptaki bilgilerin çok önemli olduğunu düşündüğümden, özet çevirilerini yapıp paylaşmaya karar verdim. Meraklılarına kitabı tavsiye ederim. Amazon’dan temin edilebiliyor.

www.SaglikliYasiyoruz.com sayfası kurucuları Okan & Nurçin Çağlar’ın Yarımadanın Sesi Gazetesi’nde konuyla ilgili çıkan yazılarına da şuradan ulaşabilirsiniz :

Hem Damarların Korunması, Hem de Kemik Sağlığı için K2 Vitamini



Beste Ünsal Pınar

_______________________________________________________________________________________________________________

Özet Çeviriler

1.BÖLÜM

Nisan 2011’de British Medical Journal’da yayımlanan bir çalışmanın sonucuna göre osteoporozdan korunmak için kalsiyum takviyesi alan kadınlar damar tıkanıklığı ve kalp krizi açısından daha fazla risk altında. Fakat eğer kalsiyum almazsak, osteoporoza bağlı ufalanan, kırılan kemiklere mahkum olmaz mıyız? Eğer kalsiyum alırsak, damar sertliğine ve kalp hastalıklarına bağlı ölümlere mahkum olmaz mıyız?
Bu araştırmaya göre, 5 yıl boyunca kalsiyum alan 1000 kadından 3’ü, kalsiyum almayan kadınlara oranla daha az kemik kırılması ile karşı karşıya kalıyor. Aynı çalışmada, 1000 kadından 6’sı kalsiyum almayan kadınlara oranla kalp hastalıkları ile karşı karşıya kalıyor. Daha ağır sonuç olan kalp hastalıkları, kırıklardan korunmaya göre 2 kat daha fazla. Fakat ya kemiklerimiz ne olacak? Burada asıl soru şu : “Vücudumuz kalsiyumu emniyetli bir şekilde olması gerektiği yere, yani kemiklere nasıl yönlendirecek ve zarar verdiği damarlar gibi yumuşak dokulardan uzak tutacak? Cevap; uzun süre yanlış anlaşılan, yağda çözünen K2 vitaminidir.

Kalsiyum sorunu sadece kalsiyum takviyesi alanlar ve kadınlar için geçerli değildir. Kalsiyum sadece gıdalardan alınıyorsa dahi, damarlardaki kalsiyuma bağlı kalp hastalıklarından ölümler, Kuzey Amerika’daki kadın ve erkekler için ilk sıradadır. Öte yandan, osteoporoz da ileri yaş ölümlerinde her iki cins için yüksek sakat kalma ve ölüm sebebidir. K2 vitamini, kalsiyumu yerine yerleştirerek bu sorunu çözmektedir.


OSTEOPOROZ : KALSİYUM EKSİKLİĞİ

Osteoporoz, kemik mineral yoğunluğu kaybı ve kemik dokusunun incelmesine bağlı kemiklerin daha kırılgan olmasıdır. 50 yaş üstü kadınlardan 1/5’inin teşhis konduğu en yaygın kemik hastalığıdır ve henüz teşhis konulmamış bir çok kişi bulunmaktadır. 70 yaş üstü erkeklerin 1/7’sinde testosteron düşüklüğüne bağlı osteoporoz görülmektedir. Osteoporoza bağlı kırıklar, özellikle kalça ve omur kırıkları, ileri yaşlardaki en büyük sakat kalma sebebidir.

Osteoporoz ilaçları bu yaygın soruna çözüm açısından şüpheli bulunmaktadır. Bir çok yan etkileri vardır. Geliştirilen ilaçlarından birinin yan etkisi maalesef kemik kırılmalarıdır. Her ne kadar periyodik ilaç bırakma dönemleri ile bu ilaçların yan etkilerinden hastanın korunduğu bilinse de, osteoporozun sebebinin bu ilaçların eksikliğinin olmadığı kesindir.

Osteoporoza ne sebep olmaktadır?
İskelet kemik yoğunluğu 30 yaşa kadar artıyor olsa da, en çok yükselen dönem 20 yaşa kadardır. 30 yaş ile menapoz arasında, kemik yoğunluğunda fazla bir değişiklik olmaz. Menapoz sonrası ilk 5 yıl içinde östrojen düşmesine bağlı olarak, kadınlar kemik dokusunda zayıflama hisseder. Bu kayıp yavaş bir kayıptır ancak çok hızlı olursa osteoporoz gelişir. 
Tabii ki ırk, vücut şekli gibi genetik faktörler de söz konusudur. Asyalılar ve beyaz ırk, bu konuda daha şanssızdır. Egzersiz, osteoporoza karşı koruyucudur.

Osteoporoz, 20 yaşa kadar ne kadar kemik geliştirebildiğiniz ve menapoz sonrası ne kadarını koruyabildiğinizle alakalı bir sonuçtur. Her iki unsur da K2 vitamini tarafından yönetilir.



DAMAR TIKANIKLIĞI (ATEROSIKLEROSİS) : KALSİYUM FAZLALIĞI

Koroner kalp hastalığı, kalbe kan ve oksijen sağlayan kan damarlarının daralmasıdır. Bu daralma, kalsiyum yüklü plak yığınının, bir veya birkaç koroner veya herhangi başka bir arteri tıkaması sonucu oluşur. Koroner arterler daraldıkça kalbe giden kan akışı yavaşlar veya durur. Bu, angina (anjin) denen, çoğunlukla hareket halindeyken kısa soluma ve diğer belirtileri olan, göğüs ağrısına sebep olur. Arter daralmaları, ani bir kalp krizine kadar fark edilmez.
Kalp hastalıklarına karşı savaşta, son 50 yıldır diyet uzmanlarının ilk yaptıkları doymuş yağları beslenmeden çıkartmak olmuştur. Bunun özel bir başarısı olmamıştır. Düşük kalp hastalıklarına sahip kültürlere baktığımızda (Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlar) onların çok fazla doymuş yağ tükettikleri gördük. Bunu paradoks olarak açıkladık ve bu kültürlerin sıkça kullandığı zeytinyağı, kırmızı şarap gibi bazı sır etkenlerin, bizi öldüren tereyağından ve yumurta sarısından koruduğunu düşündük.
Bu yağ hipotezi, doymuş yağların ve kolesterolün kalp hastalıklarına sebep olduğu fikri, bilimsel literatürde büyük ölçüde çürütülmesine rağmen, popüler beslenme kaidelerinde halen yerleşiktir. Fransız (hatta İtalyan, Yunan, Portekiz) kalp damarlarını koruyan aslında kırmızı şarap değildir. Tabii ki içinde bulunan resveratolün kalp sağlığı üzerinde etkisi var fakat bunun K2 kadar etkili olmadığı gerçektir.

Şok edici gerçek şu ki, yasaklı olan birçok yağlı gıda, damar tıkanıklığından koruyan ve tıkanıklığı tersine çevirdiği bilinen tek vitamin olan K2 vitamininden oldukça zengindir.

2004’te Hollanda’da yapılan bir çalışmada 55 yaş üstü 8000 kadın ve erkek incelendi. Bu çalışmada, K2 açısından zengin beslenenlerin, K2’den düşük beslenenlere göre, damar kalsifikasyonunun düştüğü ve kardiyovasküler kalp hastalıklarından ölümlerin %50 azaldığı tespit edildi. K2’den zengin beslenenlerin, K2’den zayıf beslenenlere göre 7 yıl daha fazla yaşadığı belirlendi.

D VİTAMİNİ – K2 VİTAMİNİ İLİŞKİSİ

D vitamini, K2 vitamini eksikliği olan durumlarda damarlarda kalsifikasyonu arttırır.
Bir çok çalışmada D vitamini eksikliğinin kalp hastalıklarında artışa sebep olduğu ve D vitamini seviyeleri arttıkça, arter kalsifikasyonun düştüğü gösterilmiştir. Diğer çalışmalar çok yüksek D vitamini seviyelerinde bunun tersini göstermiştir.

D vitamini bağırsaklardan kalsiyum emilimini arttırır, ki bu kemikler için iyi birşeydir. Ancak kalsiyum kan akımına katıldıktan sonra, D vitamini, kalsiyuma ne olduğu ile ilgilenmez. Kalsiyumun bir kısmı kemiklere yönelir ancak daha çoğu damarlarda kalır. K2 Vitamini dengeyi kemiklerin ve damarların lehine koruyarak kalsiyumu doğru yere yönlendirir.

D vitamini eksikliği aynı zamanda damar tıkanıklığına da sebep olur ve ayrıca D vitamini seviyelerinin yükselmesi ile bazı insanların kalsiyum plakları azalır. Bu gerçeğin altındaki cevap şudur : K2 vitamininden yeterli faydayı almak için D vitaminine ihtiyacımız var. Aynı şekilde D vitamininden yeterli faydayı almak için K2 vitaminine ihtiyacımız var. D vitamini seviyesi düştüğünde, K2 vitamini kalsiyumu damarlardan alıp kemiklere yönlendiremez.
Bu kitap, D vitamininin artan fayda listesinin “kalp sağlığı” kategorisine, K2 ile birlikte kullanıldığı takdirde, yeni bir fayda daha eklemektedir.
Bol miktarda K2 vitamini seviyesine sahip olunduğunda, D vitamininden daha önce olmadığı kadar çok faydalanırsınız. Tersi de geçerlidir.


K2 VİTAMİNİ NASIL HAYAT KURTARIR?

K2 Vitamini, kalsiyumu vücutta dolaştıran özel proteinleri harekete geçirir. 

Osteokalsin Proteini : Kalsiyumu kemiklere ve dişlere iletir.
Matrix Gla Proteini (MGP) : Kalsiyumu arterler ve damarlar gibi yumuşak dokulardan temizler. MGP bir çok dokuda bulunur; Kemikler, kalp, böbrekler ve akciğerler.
Bu proteinler “K2-Bağımlı” proteinlerdir. K2 eksikliğinde bu iki protein de pasif kalır.

K2 ile aktive olan MGP, doku kalsifikasyonuna engel olan, bilinen en güçlü inhibitördür (durdurucu/engelleyici).
Damarların kalsifikasyonuna engel olabilecek, MGP’den başka daha etkili ve alternatif bir mekanizma görünmemektedir. K2 vitamini eksikliğinde kalsiyum plağının sebep olduğu damar tıkanıklığı kaçınılmazdır.
K2 ile aktive olan MGP, sadece damar tıkanıklığına engel olmaz, ayrıca tıkanan damarları da açar. Evet, doğru okudunuz. MGP üretimi arttırılarak, plak oluşumu azaltılabilir. Hayvan deneylerinde, 6 haftalık zengin K2 diyeti sonrasında, damarlardaki kalsiyum birikiminin %37 azaldığı görülmüştür.
MGP, artık arter kalsifikasyon için biyokimyasal değerlendirici (markör) olarak kullanılmaktadır. (Burdan şunu anlayabiliriz ; kanda MGP ölçümü ile K2 seviyesi düşük/yüksek tahmini yapılabilir. Beste.)
Daha çok K2, daha aktive MGP demektir. Bu da daha az damar kalsifikasyonudur.

Kolesterolünüz ister düşük, ister yüksek olsun, asıl önemli olan damarlarda kalsiyum plağı olup olmamasıdır.
Sadece kolesterol üzerinde durmak sizi kardivasküler hastalıklardan korunmada yanlış yola saptırır. Beslenmenize K2 vitamini eklemek, öğrenmeye değer bir bilgidir.

HAYATIN KALSİYUM DÖNGÜSÜ

Damar tıkanıklıkları kışın artar, yazın hafifçe azalır. Osteoporoza bağlı kemik mineral kaybı çoğunlukla kışın oluşur ancak maalesef yazın toparlamaz. Ancak yine de yazın en azından kemik mineral kaybı oluşmaz, aynı kalır. Bu, insanların güneş ve toprakla olan bağı ile ilgilidir.

K2 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ ÇOK YAYGINDIR

Eğer osteoporoz veya kalk hastalığınız varsa (ya da her ikisi) K2 eksikliği kesindir ancak çok kişi bu şartlarda olduğunu bir felaket gelmeden önce bilmez. Eğer menapozdaysanız veya kanser, üreme sorunları, varis, diyabet hikayeniz varsa, K2 vitamini eksikliği çok yüksek bir ihtimaldir zira tüm bu durumlar besin değerlerindeki eksikliklerle ilişkilendirilmiştir. Araştırmalara göre, çoğunlukta, K2 vitamini eksikliği görülmektedir.

K2 EKSİKLİĞİNİ DÜŞÜNDÜREN DURUMLAR

– Osteoporoz
– Damar tıkanıklığı
– Artan kanser riski (Meme, prostat, karaciğer dahil)
– Diyabet
– Varisler
– Cilt kırışıklıkları
– Diş çürükleri
– Krohn hastalığı
– Böbrek hastalıkları
– Daralmış, kalabalık diş kavisi
– Ergenlik

Yapılan çalışmalarla ortaya çıkan “kalsiyum alan kadınlardaki kalp krizi artıyor” söylemi, kalsiyum takviyeleri kalp krizini arttırıyor demek değildir.
Kalp krizinden korunmak için kalsiyum takviyesini bırakmalı mısınız? Hayır, şart değil. Yeterli K2 ile, sağlıklı bir beslenmeden elde edilen kalsiyumdan yeterince faydalanabilirsiniz, böylece kalsiyum takviyesi ihtiyacınız da olmaz. 
Osteoporozu olanlar için kalsiyum halen bir ihtiyaç olabilir. Peki ya D vitamini? Yüksek doz D vitamini kullanımında, K2 kullanımı gerekmektedir. Öte yandan, D vitamini, hem K2 vitamini ihtiyacını ve hem de K2 vitaminindan elde edilecek faydayı arttırır. Tersi de geçerlidir.


2. BÖLÜM

K2 VİTAMİNİNİN KEŞİF HİKAYESİ

K vitamini 1930’larda Danimarkalı biyokimyager Henrik Dam tarafından bulundu. Onun bulduğu kan phıltılaştırıcı K1 vitamini idi. Aynı dönemde Amerikalı araştırmacı Edward Doisy de, K vitaminini bir besin olarak niteledi. Dam ve Doisy fizyoloji ve tıp alanında, “pıhtılaştırıcı besin” keşifleri ile 1943’te Nobel ödülü kazandılar. K2 vitamini için bundan sonra işler biraz sıkıntılı gitmeye başladı. K2 vitaminini bir şekilde fark ediyorlar ancak tespit edemiyorlardı. 1975’te Harvard Medical Shool’da K2 vitamininin aktive ettiği osteokalsin proteini keşfedildi. Osteokalsinin kalsiyumu kemik ve dilere yönlendiren önemli bir unsur olduğunu artık biliyoruz. Bu radikal keşfe rağmen, 20 yıl daha K vitamininin sadece pıhtılaştırma için olmadığı fark edilemedi. 1997’de K vitaminin pıhtılaştırma dışında, iki önemli fizyolojik görevi daha olduğu tespit edildi; kalsiyumu kemiklere yönlendirmek ve damarlardan arıtmak. Sonuçlar inanılmazdı. Bilim insanları ilk defa kalsiyumu yöneten bir besin içeriği tanımlandırdılar. Çok yaygın ancak birbiriyle alakasız olduğu düşünülen iki hastalığın yapboz parçaları bir araya getirilmişti : osteoporoz ve damar tıkanıklığı. Peki bunu duymak için neden 15 yıl bekledik?

K2 vitamininin bu büyük hastalıklardan koruduğu şu an çok açık olsa da, 1990’larda henüz, besin içeriği ile ilişkisini anlayamamıştık. Sonrasında, K2 vitamininin kemik ve kalp sağlığı için gerekli olduğu anlaşılmışsa da, bu besin içeriğinin eksikliğinin yaygın bir sorun olduğu anlaşılamadı. En şaşırtıcı ilişki nihayet 2007’de yapıldı : K2 vitamini eksikliği gerçekte çok yaygın bir sorundur ve insan sağlığı üzerinde büyük bir etkisi bulunmaktadır. Osteoporozun, damar tıkanıklığının, kanserin ve diğer ciddi sağlık sorunlarının bununla alakalı olduğunu biliyoruz. K2 vitamininin hayret verici yararları ile ilgili araştırmalar devam etmektedir.

GİZEMLİ “AKTİVATÖR X”

Menakinon hakkındaki modern anlayışımızı aydınlatan hayret verici kanıtlar, Dam ve Doisy’nin Nobel Ödülü kabulünden 4 yıl önce, 1939’da yayınlandı. Bu sağlık bilgisi, on yıllarca bilim insanlarının ve beslenme uzmanlarının burnunun dibinde, keşfedilmemiş haldeydi zira bu yayının yazarı, çalıştığı vitaminin kimliğini bilmese dahi onu basitçe “X besini” olarak adlandırdı. Herşeyden öte, o bir diş doktoruydu.

Dr.Weston A. Price sıradan bir diş doktoru değildi. Diş çürükleri ve kronik hastalıklarla ilgili buluşlarından dolayı müteşekkir olduğumuz Price, “Beslenmenin Charles Darwin”i olarak kabul ediliyor. Price, tüm Dünya’yı gezerek hastalıkların temelini bulmasına vesile olan araştırması, yağda çözünen ve “Activator X” adını verdiği besini keşfetmesiyle sonuçlandı. Price, beslenmenin sağlık üzerinde çok etkili olduğunu ve eksikliğinin hastalık sebebi olduğunu gösterdi.

1870 yılında Ontario’da doğan Weston Andrew Price 1900’larda Cleveland’e taşındı ve burada 50 yıl diş doktorluğu yaptı. Ancak başından beri onu rahatsız eden şey, işlerinin çok yoğun oluşuydu. Bu kadar çok insanın böylesine kötü dişlerinin olması ona doğru gelmiyordu. Bunun doğal olmadığını düşündü. İnsanların modern ve endüstrileşmiş hayat şeklinin diş ve genel sağlık üzerinde ciddi olumsuz etkileri olduğundan şüpheleniyordu. Nihayet 1925’te yani insanların sağlıksız dişlerini tedavi ettiğinin üzerinden 30 yıl geçtikten sonra Dr.Price ve eşi Florance, Dünya’nın ücra noktalarında gerçekten sağlıklı olan insanları ve onların nasıl sağlıklı kaldığını bulmak için seyahate çıkmaya karar verdiler.

Indiana Jones devri ulaşımları kullanarak, Dünya’nın uzak köşelerine gittiler : Alaska, Afrika’nın en ilkel bölgeleri, Avusturalya ve Yeni Zelanda, Güney Pasifik’in cennet adaları, rüzgarlı İskoçya adaları, İsviçre’nin nadir gidilen dağ bölgeleri, Andean Sierra çölleri ve Peruvian Amazon vahşi ormanları. Orada Dünya’nın modern hayatı ile hiçbir bağı olmayan, diş fırçası ve macunu bulunmayan ve çok sağlıklı olan insanlar buldular. Geleneksel olan bu insanların hiçbirinin diş doktoru ihtiyacı olmadığı gibi herhangi bir doktora olan ihtiyaçları da çok azdı.Hatta modern Dünya insanlarının çok sıkıntı çektiği birçok hastalığa karşı da bağışıklık geliştirmişlerdi.

Dr.Price, modern dünyadan yeterince uzak durdukları ve atalarından kalma beslenmelerine devam ettikleri sürece, sağlıklarını ömür boyu sürdürebildiklerini belirtiyordu. Ancak bir birey bu izolasyonu yitirdiğinde ve modern Dünya’nın gıdalarını tüketmeye başladığında, herşey değişiyordu.

İlk önce diş çürükleri gelişiyordu. Sonrasında dişeti hastalıkları geliyordu. Günümüzde diş sağlığı, diş temizliğine bağlı görülse de, bu bireylerin diş temizliği alışkanlığı ile ilgili değişen bir durum yoktu. Daha önce de diş temizliği yapmıyorlardı. Daha ciddisi, Price zamanında da şimdi de bilinen gerçek, diş çürükleri ve dişeti hastalıkları, kalp hastalıklarının habercisiydi.

Daha önce görülmeyen kişilerde diş hastalıklarının görülmesinden daha da rahatsız edici olan şey, modern beslenmeye geçen ilkel topluluklarda, kronik hastalıkların da diş hastalıkları ile aynı oranda artmasıydı. Geniş, güzel yüzlü olan anne babanın, modern yiyeceklerle tanıştıktan sonra doğan çocuklar, diş kavisleri daralarak, kalabalık ve iç içe geçmiş dişlere sahip oluyorlardı. Bu çocuklar, enfeksiyonlara karşı hassasiyet ve davranış bozuklukları dahil şu anda çokça görülen çeşitli hastalıklara da yatkın oluyorlardı. Price çalıştığı bir çok kültürde, çocuk sahibi olmayı düşünen ve hatta çocuk büyüten erkekler ve kadınların özel beslenme alışkanlıkları ve ayrı tuttukları kutsal yemekleri olduğunu fark etti. Neredeyse her kültürün ne sıklıkta çocuk doğurabileceği ile ilgili gelenek ve tabusu vardı. Doğacak iki çocuk arasındaki zamanı belirleyerek, annelerin bir sonraki çocuk için besin reservlerini doldurmaları planlanıyordu. Görünen o ki, geleneksel akıl, sağlıklı çocuk doğurmanın reçetesine sahipti. Bu akıl, modernize edilen diyetler lehine terkedildiğinde sorunlar başladı.

Orta sol bölümdeki fotoğrafta tipik geniş, düzgün orantılı ve sağlıklı, yerli iki insanın yüzlerini görüyorsunuz. Kadın ve erkeklerdeki parlak güzel dişleri ve kare çeneleri ancak süper modellerde, bazı şarkıcılarda ve seçkin atletlerde görebiliyoruz. Dünya üzerindeki sağlıklı insanların yüzleri, benzer olarak orantılıdır. Yüzün üst, orta ve alt bölümleri yaklaşık olarak eşittir. Çene genişliği ile alın genişliği neredeyse eşittir. Dr.Price endüstriden uzak ve sadece geleneksel gıdaları tüketen yerli topluluklarda yaşayan yetişkin ve çocukların mükemmel dizilimli, sağlıklı dişleri ve geniş, çekici yüzleri olduğunu tespit etmiştir. 

Orta sağ bölümdeki fotoğraflardaki yüzler, modern gıdalarla beslendiği için değişikliğe uğrayan yüzlerdir. En göze çarpan değişiklik, dişlerdedir. Bu çocukların gelişimi düzgün olmadığından yüzün alt bölgesinde kalan çene yeterince gelişmemiş ve dişler kalabalık olarak dizilmiştir. Bu genetik değildir. Avustralyalı Aborjin ailenin ilk çocuğunun (fotoğraftaki soldan ilk çocuk) geleneksel yüzündeki dişleri düzgünken, aile, modern gıdalarla beslenilen bir yere taşındıktan sonra doğan çocuğun (fotoğraftaki soldan üçüncü çocuk) modern yüzündeki dişlerin durumu ortadadır.

Dr.Price’ın, yiyenlerde bu derece zehirli etki gösterdiğini tespit ettiği bu “modern tüketim gıdaları” nelerdi? Bozulmadan uzun mesafelere taşınabilecek gıdalar : beyaz un, beyaz ieker, beyaz pirinç, bitkisel yağlar, konserve gıdalar ve diğer işlenmiş, rafine olmuş ürünler.

Bu modern gıdalar, öngörülebilir hastalıklara sebep olan zararlı maddeler içermekte midir? Price, bu gıdaların zarar verme sebebinin, zararlı maddeler içermesi değil, yararlı maddeleri içermemesi olduğunu kabul etmiştir. Bu teoriyi test etmek için, binlerce geleneksel gıdanın besin içeriğine kimyasal analiz yapmış ve sonuçları onun zamanındaki Amerikan diyetinde bulunan gıda numuneleri ile karşılaştırmıştır.

Price, sağlıklı geleneksel insanların tükettiği gıdaların, 1930’lardaki standart Amerikan diyetinde bulunan gıdalardan 4 kat fazla mineral ve suda eriyen vitamin içerdiğini tespit etmiştir. Daha şaşırtıcı olan ise, bu sağlıklı gıdaların, endüstrileşmiş gıdalardan 10 katı fazla yağda eriyen vitamin içerdiğidir. Price, ilgisini yağda çözünen besinlere yöneltmiştir.

Yağda çözünen besinlere, “Katalizör” ve “Aktivatör” isimlerini vermiştir zira vücut, protein, mineral ve suda eriyen vitaminleri kullanabilmek için bu besinlere ihtiyaç duymaktadır.
“Yenen gıdalarda yeterli mineral olsa dahi, yeterli miktarda yağda çözünen aktivatör almadıkça, bunların eksikliği duyulabilir.” demiştir. Price, bizim bu dönem hormon olduğunu söylediğimiz A vitamini ve D vitaminini tarif etmiştir. Bu besinler, hücre seviyesinde çalışarak, DNA’mızı uyarır ve, diğer tüm besin içeriklerini harekete geçirecek, sağlığımızı kazandıran proteinleri üretir.

1930’larda bilinen A ve D vitamininlerinin yanı sıra, Price bir çok test numunesinde varlığını keşfettiği “Aktivatör X”i tanımlamıştır. Yağda çözünen bu vitamin, yağda çözünen bilinen diğer vitaminlerden farklı ve açık olarak, diş ve kemik sağlığına etkileri olan bir vitamindir. Price, bu maddeyi balık yumurtasında, yumurta sarısında ve bazı hayvan organlarında ancak özellikle de hızlı büyüyen çimlerle beslenen ineklerin tereyağında tespit etmiştir. Bu bilgiye dayanarak, aktivatör X’ten zengin bir yağ üretmiştir.

Diş doktoru Price, yüksek vitamin içerikli tereyağını “ÇÜRÜK DİŞLERİN TEDAVİSİNİN” besin protokolünün temel taşı olarak kullanmaya başlamıştır. Gerçekten de, ağrılı çürükler haricindeki tüm çürüklerin dolgu işlemlerini kısa zamanda sonlandırmıştır. Dolgu yapmak yerine, bu “beslenme tedavisini” uygulayarak, aktif diş çürüğü olan yüzlerce hastasının dişlerini ve daha önce yavaş iyileşen çatlak/kırık kemik sorunu yaşayan bir çok hastasını tedavi etmiştir. Bu başarısını, beslenme tedavisi öncesi ve sonrası diş röntgenlerini kullanarak belgelemiştir. Sonuçlar inanılmazdır. Aktivatör X’in kemikler ve dişler üzerinde, dikkate değer iyileştirme etkisi vardır.

Yıllar boyunca, doktorlar ve beslenme uzmanları bu gizemli “X Faktörü”nü tartışmışlardır. Bir uzman, yağda çözünen bu maddenin temel yağ asidi olduğunu öne sürmüştür. Bir diğeri, bunun EPA (eicosapentaenoic asit) olduğunu öne sürmüştür ancak EPA hiç bir zaman Price’ın tarif ettiği besin ile benzer özellikleri göstermemiştir.

Gizemin çözüldüğü tarih ancak 2007’dir. Aktivatör X; K2 vitaminidir!

Dr. Price, işlenmiş gıdaların boş kalori olduğunu söylüyordu. Vücut, mineralleri doğru yerlere ileten, yağda çözünen besinlerden yoksun kaldığında dişlerde ve kemiklerde mineral eksikliği başlıyordu. Zamanında yeterli teknoloji olsaydı, kalsiyumun sadece kemiklerden ve dişlerden kaybolduğunu değil, aynı zamanda damarlar gibi yumuşak dokularda da arttığını görebilirdi. Onun yerine, K2 vitamini alımı arttıkça, kalp hastalıklarından ölümlerin azaldığını ve bunun tersinin de geçerli olduğunu tespit etti. Kalsiyum Paradoksu, kalsiyum takviyelerinin çok öncesinde ortaya çıkıyordu.

Price’ın öncelikli hedefi, diş çürüklerinin sebebini bulmak olsa da, modern beslenmenin tüm vücuda sıkıntı getirdiği hızla ortaya çıktı. Artık hepimiz ortodontik sorunların, çürük dişlerin ve kronik hastalıkların, “yaşlanmanın bir parçası olduğunun” normal kabul edildiği topluluklarda doğduğumuzdan, bunların sebebinin beslenme sorunu olduğunu idrak edebilmek kolay değil. Beslenme eksiklikleri insan sağlığını o kadar uzun zamandır etkiliyor ki, artık bunu fark edemiyoruz. Price’ın bakış açısı ile, bu kanıtın ta kendisidir. Aldığımız besin değerlerini arttırmak, undan ve şekerden uzak durmak kadar kolay değildir. Benzer şekilde, Price’ın çalışması sadece bir besinin açıklanmasıyla da özetlenemez. “Geleneksel Beslenmenin Prensipleri“, Price’ın geleneksel ve sağlıklı diyetlerden öğrendiklerini basitçe özetlemektedir.

______________________________________________________________________________________________________

Geleneksel Beslenmenin Prensipleri

Dünyadaki sağlıklı geleneksel diyetleri izledikten sonra, Price, Kuzey Amerikalıların bulabileceği besin değeri yüksek gıdaları belirlemiştir. Sağlıklı bir beslenme için prensiplerinin özeti şöyledir :

* Şekeri, nişastayı ve beyaz unu kes; bu gıdalar boş kalori içerirler ve daha yüksek besin değeri olan gıdaları yememizi engellerler.

* Yağda çözünen vitamin sağlayan gıdaları tüket ; balık, deniz ürünleri ve mornino balığı ciğeri yağı (cod liver oil) mükemmel kaynaklardır.

* Yeşil çimen yiyen ineklerin süt ve süt ürünleri de yüksek besin değeri olan ve plenty miktarda yağda çözünen vitamin içeren gıdalardır.

* Çiğ sebzeler, etkin besin sağlamak için fazla iridir. Pişmiş sebzeler, özellikle çorbalardaki sebzeler, konsantre vitamin ve mineral sağlamakta daha etkilidir. Baklagiller, kısmen mercimek, besin değeri en yüksek gıdalardır.

* Her zaman taze, tam tahıl yiyin. Eğer üretildikten sonraki 1 veya 2 gün içinde tüketilmezlerse, tam tahılların içindeki besin değeri oksidasyona uğrayarak kaybolur.  ______________________________________________________________________________________________________

70 YIL SONRA K2 VİTAMİNİNİ NİHAYET ANLAMAK : NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Artık K vitamininin tek bir besin değil, yağda çözünen bir vitamin ailesi olduğunu biliyoruz. Suda çözünen B vitaminleri gibi, K vitamini hakkında herhangi bir yorum yapmadan önce, ailenin hangi üyesi hakkında konuştuğunuzdan emin olmanız gerekiyor. Genel sağlık için sadece ailenin iki üyesi kullanışlıdır ve kitapta bu ikisi geçmektedir. K3 ve K7 aralığındaki vitaminler, profesyonel veya endüstriyel amaçlar için, sınırlı faydaları olan, K ailesindeki birkaç sentetik kuzendir. Eğer K2 vitamini bu kadar görmezden gelindiyse ve daha çok önem vermeliysek, neden K1 üzerinde durayım? K1 ve K2 arasındaki farkları temel olarak anlamak önemlidir. Böylece bir makale veya “Yeşil sebzeler yüksek miktarda, kemik geliştirici K vitamini içerirler.” gibi bir ürün etiketi okuduğunuzda, bunun neden saçma olduğunu anlayabilirsiniz. Aralarında çok ufak kapsamalar ve çok önemli uzak manalar vardır.

K3 – K7 Aralığındaki Vitaminler

K1 ve K2 dışında, sentetik olan ve yaşamsal olmayan vitaminler de vardır.

K3 (menadione) : Bağırsak bakterileri tarafından az miktarda üretilmesine rağmen, K vitamininin sentetik formu olarak kabul edilir. Karaciğere toksik etkileri olduğu için Amerika’da Gıda ve İlaç Yönetimi tarafından gıda takviyelerinde kullanılması yasaklanmıştır ancak bazı evcil hayvan mamalarında kullanılmaktadır. K3, antikanser etkileri sebebiyle çalışılmıştır.

K4 (menadiol) : Pıhtılaşma unsuru olan protombin eksikliğine bağlı bir kanama bozukluğu olan hipoprotrombinemia tedavisinde enjeksiyon olarak kullanılmaktadır.

K5 (4-amino-2-metil-1-naftol hidroklorid) : Koruyucu ve anti-mantar ajanı olarak çalışılmıştır.

K6 – K7 : K vitamini, tıpta kullanılmak üzere kimyasal olarak çeşitli sentetik varyasyonları alabilir.

(K7 vitamini hakkında bir not : Bazı yazarlar yanlışlıkla K7 vitamininin kemik üzerindeki olumlu etkilerinden bahsederler ancak asıl demek istedikleri, K2 vitamininin kısa menakinon formu olan MK-7’dir.)

K1 VİTAMİNİ : YEŞİLLİKLER VE PIHTILAŞMA

Filokinon olarak da bilinen K1 vitamininin rolü, pıhtılaşma faktörleri olarak bilinen özel proteinleri harekete geçirerek kanın pıhtılaşmasını sağlamaktır. Bu hayat kurtarıcı mekanizma bizim örneğin, kağıt kesiğinden kaynaklanan kanamadan ölmemize engel olur. Birçok ülkede bu sistemi aktive etmek ve yenidoğanları nadir görülen bir kanama bozukluğundan korumak için, yenidoğanlara sentetik K1 vitamini iğnesi yapılır. (Türkiye’de de yapılmaktadır. Beste)

Filokinon fotosentez yapan, tüm bitkilerde, diğer bir deyişle, güneşten enerji alan yeşil bitkilerde bulunur. Bitkinin yeşil kısmı olan klorofil, yaşamsal filokinon içerir. CoEnzyme Q10’un insanlarda yaptığı gibi, elektronları hücre zarına taşıyan K1, bitki hücrelerindeki enerji üretiminde kritik role sahiptir. Filokinon ve ubikinon (CoQ10) benzer yapılara sahiptir.

K1 en çok, kara lahana, ıspanak, turp yaprağı, pancar yaprağı, brokoli ve brüksel lahanasında bulunur. Birçok meyve, sebze ve kuruyemişte biraz filokinon bulunmaktadır.

K1 Vitamini Eksikliği Nadir ve Alenidir

K1 vitamini eksikliği için endişelenmenize gerek yok. Eminim yeterince tüketiyorsunuzdur. Zira hem gıdalardan yeterli K1’i almak kolaydır, hem de vücut her zaman yeterli miktarda aldığından emin olmalıdır. Fazla K1 rezervi olması da en az yetersiz olması kadar sorun yaratır, dolayısıyla vücutta fazla miktarlarda bulunmaz. Onun yerine, vücudun K1 vitaminini sürekli çeviren koruyucu bir mekanizması vardır. Böylece besin ihtiyacı minimalde tutulur ve gerekli olan her zaman için yeterli seviyede bulunur. Eksikliği herhangi bir kanamada kolaylıkla anlaşılır. Bunlar ufak yaralar, burun kanamaları, dişeti kanamaları, ağır regl kanamaları ve/veya vücutta kolayca oluşan çürüklerdir. K1 vitamini sirkülasyonu, beslenme ihtiyaçlarını minimum seviyede tuttuğu için, beslenmeye bağlı eksiklik nadir görülür. K1 eksikliği daha çok altta yatan farklı hastalıklara bağlı olur; bağırsak emilim bozukluğu sendromu veya karaciğer hastalıkları gibi. Eğer herhangi bir kan pıhtılaşma yetersizliği belirtisi hissediyorsanız, bir doktora başvurunuz.

K2 VİTAMİNİ : HAYVANSAL YAĞ VE KALSİYUM METABOLİZMASI

Erkek ve kız, ikiz kardeşler gibi, K1 ve K2 vitaminleri birbirine benzer iki ayrı kişi kadar birbirlerinden farklıdır. Menakinonun -K2- kan pıhtılaşma ile çok az alakası vardır; onun asıl görevi kalsiyumu vücutta hareket ettirmektir. Birinci bölümde bahsettiğimiz gibi K2 vitamini, bazı proteinleri aktive ederek kalsiyumu ait olduğu yere, kemiklere ve dişlere yönlendirerek kalsiyumun damarlar gibi yumuşak dokularda bulunup zarar vermesini önler. Bu önemli fonksiyon, bizi diş çürüklerinden, osteoporozdan, kalp hastalıklarından, kanserden ve diğer hastalıklardan korur.

Menakinonu iki kaynaktan sağlarız : beslenme ve bakteriyel sentez.

Çok az miktarda K2 vitamini, bağırsaklardaki faydalı bakteriler tarafından K1’den dönüşerek oluşur. Maalesef bu az miktar, bizi K2 vitamini eksikliğinden korumaya yetmez. Bağırsak bakterisi tarafından üretilen K2 vitamini miktarı kişiden kişiye değişir. Antibiyotik kullanımı veya doğal bağırsak florasını bozabilecek geçmişi olan kişilerde K2 vitamini üretimi neredeyse sıfırdır.

İnekler ve keçiler gibi yeşillikle beslenen hayvanlarda bu üretim kolayca olmaktadır. Ancak insanlarda bu kolay değildir.

K2 Vitamini Eksikliği Yaygın ve Gizlidir

K1 gibi, K2 de vücutta önemli miktarlarda depolanmaz. Tükürük bezlerinde, pankreasta, beyinde ve göğüs kemiğinde ufak miktarlarda bulunur. Ancak bu depolar kolayca tükenir. K1 vitamininin aksine, vücutta K2 çevrimi yoktur. Bu sebeple tüm bilimsel çalışmalar, yedi günlük K2 yoksunu beslenme ile insanların kolayca K2 eksikliği yaşayabileceğini göstermiştir.

K2 eksikliğinin bu kadar yaygın olmasının bir diğer sebebi de, modern gıdalarda K2 vitamininin yeterince bulunmuyor oluşudur. K2 yetersizliği ilerleyen zamanlarda anlaşılır. Kalp damarlarında kalsiyum plağı olduğu, kalp krizinde fark edilir. Diş çürükleri ve tel gerektiren iç içe geçmiş dişler çocukluğun rutini veya diş çürükleri, yetersiz ağız hijyeni olarak görülür ancak bu daha çok besin yetersizliğindendir. K2 testi, D vitamininde şimdilerde yaşadığımız gibi, yıllık çekapın rutin bir testi olana kadar, K2 alımını en iyi seviyede tutmayı iyi anlamalıyız.

K2 Vitamini : Yeni Bir Temel Besin

Eski düşüncelere göre, K2 vitamini bağırsak tarafından üretildiğinden ve vücut ihtiyacı az olduğundan, bu temel besin değildir. Ancak günümüzde, bağırsaktan yeterince üretilemediğini ve insanların yeterince K2 vitamini alamadığını bildiğimiz için, K2 vitamininin beslenme veya takviye ile alınması gerektiği çok açıktır.

3. BÖLÜM

NE KADAR K2 VİTAMİNİNE İHTİYACIMIZ VAR VE BUNU NASIL ALIRIZ?

Vitamin eksikliği, beslenmeye bağlı olduğundan, yaygınlığı çeşitli beslenme şekillerine sahip topluluklarda değişken olmalı. Toplulukların beslendiği gıdalara bir şey olup bu vitamini almak tümüyle imkansız hale gelmedikçe, teoride bu doğrudur. Bu K2 vitamininin kaderi olmuştur. Bir zamanlar menakinon, gıdalarımızda bolca bulunurdu. Küçük alanlardan daha çok ürün alabilmek adına gıda üretimini modernize etme gayretlerimiz sonucunda, bu kritik besini gıdalarımızdan eledik. Bu bölümde, menakinonu tabaklarımıza nasıl tekrar geri alacağınızı , optimum sağlık için ne kadar K2 vitaminine ihtiyacınız olduğunu öğreneceksiniz.



BESLENMEMİZDEKİ K2 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ : YANLIŞ GİDEN NEYDİ?


İnsanlık, 4.000-10.000 yıl kadar önce hayvanları evcilleştirmeye başladı. Evrim sürecince, avcı-toplayıcı yaşam şekli ile atalarımız, hayvanların belirli bir yerde toplanmasının onlardan besin kaynağı edinme sürecinde, kolaylık sağladığını fark etti. Uygulama yeterince basitti : Hayvanların dolaşım alanını makul alanlarla sınırlayarak, onları yırtıcı hayvanlardan korumak. Böylece bize protein, yaşamsal yağlar, vitaminler ve mineraller sağlayabileceklerdi.

Çiftçiliğin ve avcılığın özelliği, insanların daha zengin içerikli besin elde etmesine fayda sağlamasıdır. Hayvanlar fotosentez yapan bitkileri tüketip metabolize etme becerisine sahiptir. Bu işlem sırasında, bitkilerdeki içeriği insanlar için bioyararlanımı daha etkin hale getirebilirler. Et, yumurta ve süt ürünlerinin besin içeriği, hayvanların beslenmesine doğrudan bağlıdır. Yani aslında, biz sadece kendi yediklerimizden değil, aynı zamanda hayvanların yediklerinden de ibaretiz.

1800’lerde Kuzey Amerikalıların %95’i çiftçilikle uğraşıyordu ve bir çok aile kendi gıdalarını üretiyordu. 1920’lerde bu %50’ye düştü. Bugün %5’in altındadır. En büyük değişim şudur ki, biz artık merkezi ve endüstriyel gıda kaynaklarına tabiyiz. Çiftçilikle uğraşan kişiler dahi gıdalarını kendileri üretmemektedirler.
A ve D vitaminlerinin 1920’lerin başında keşfi ile birlikte, o dönemdeki en ayrıcalıklı çiftlik hayvanı yönetim şekli olan, çiftlik hayvanlarının tahılla beslenmesine vesile oldu. Bu özel vitaminlerin büyükbaş/kümes hayvanlarının ve domuzların yemlerine katılması, onların güneş ışığı görmeden D vitamini ve yeşil bitki tüketmeden A vitamini alarak hayatta kalmasını sağladı. Bu, hayvanların sürekli kapalı alanda kalabilmesi demekti. Ancak, o zamanda bu özel tahıl yemi, teknik olarak mümkün olsa da, hala pratik değildi. Tahıl pahalıydı ve otlama alanı göreceli ucuzdu. Bu durum, 2. Dünya Savaşı sırasında değişti.

1940’ların başında tarım ekipmanları üreticileri hafif, kendinden tahrikli biçerdöver ürettiler. Bu tahıl biçerdöver makinası, çiftçilerin insanların tüketebileceğinden çok daha fazla tahıl üretmesini sağladı ve sonuç olarak tahılların fiyatları yere çakıldı. Karbonhidrattan zengin tahılla (özellikle mısırla) hayvanları besleyerek, hayvanların yağlandığı uzun zaman genel bir kanı olarak bilinmesine rağmen o döneme kadar tahılla beslemek istisnaydı. Biçerdöverlerin ortaya çıkması ile besi üniteleri kuruldu ve çiftlik fabrikaları doğdu.

Kuzey Amerika’da trend, sığır endüstrisi ile başladı. İlk besi ünitesi, 1950’de Teksas’ta kuruldu. 1950’lerin sonlarına doğru tavuklar çayırlardan kapalı alanlara taşındı. Takiben 1960’larda süt endüstrisi, 1970’lerde domuz endüstrisi bu sisteme geçti. Bugün Kuzey Amerika’nın kümes, yumurta, et ve süt ürünlerinin büyük kısmı, kapalı ortamlarda yoğun çiftçilik teknikleri ve tahıl besinleri ile üretilmektedir. Et ve yumurta pazarlayıcıları, %100 tahılla beslenen hayvanların ürünlerinin reklamını yapmaktadır.
Bu ne demek? Bu şu demek; hayvanları çayırlardan ayırdığımız anda, K2 vitaminini besinlerimizden çıkarmış olduk. İnsanların yeşil bitkilerden aldıkları K1 vitaminini, K2 vitaminine yeterince çeviremediğini söylediğimi hatırlıyor musunuz? Hayvanlar, besinlerinde yeterince K1 vitamini var ise bunu yapabilirler. Hayvanlar çayırlarda otlarken, bizim besinlerimizde bolca K2 mevcuttu. Tereyağı, yumurta, peynir ve eti az dahi tüketsek yeterince menakinon alabiliyorduk. Şimdi ise, endüstri üretimi gıdaları aşırı tüketmemize rağmen, besin içeriğinden yana açlık çekiyoruz.


ÇİMEN KAYNAKLI VİTAMİN

K2 vitaminini keşfeden ve buna Aktivatör X adını veren diş doktoru Dr.Weston Price, yeşillikle beslenme ile K2 vitamini içeriği ilişkisini fark edip açıkça göstermiştir. Amerika, Kanada, Avusturalya ve Yeni Zelanda’nın çeşitli bölgelerinden süt ürünleri numuneleri toplamıştır. Yıllar içinde, 20.000 numune incelemiş ve hayvansal gıdalardaki aktivatör X içeriğinin hayvan yeminin içeriğine bağlı olduğunu fark etmiştir. “En yüksek oranda aktivatör X, otlak hayvanlarında bulunmaktadır. Hızlı büyüyen yeşilliklerle veya hızla kurutulan (yeşilini koruyan) otlarla beslenen hayvanlar en verimli hayvanlardır.” notunu düşmüştür. Kışın bu oran düşmektedir zira hayvanların tükettiği K1 vitamini içeren yeşil bitkiler, klorofil sayesinde yeşil rengi almaktadırlar. Kışın güneş fazla olmadığından yeşil bitkilerde fotosentez sonucu oluşan klorofil de azalmaktadır. Bunun sonucunda kışın çıkan yeşilliklerde ya az K1 bulunmaktadır ya da hiç bulunmamaktadır. Kışın yeterli K1 vitamini alamayan hayvanlar, bunu yeterli K2 vitaminine çevirememektedir.

K2-Klorofil bağlantısı, çimenle beslenen hayvanların besinlerindeki benzersiz karakteristik özellikten de sorumludur : güneş sarısı veya hafif turuncu rengi. Yeşil bitkilerde, K1’in yanı sıra diğer klorofil besini olan betakaroten de bulunmaktadır. Betakaroten, meyvelere ve sebzelere turuncu rengi veren pigmenttir.Örneğin havuç, zengin betakaroten içeriğiyle bilinir. Yeşil bitkiler de betakoraten içermektedir. Sarı rengi, diğer renk pigmentleri tarafından baskılanmıştır. Yeşil bitki yiyen hayvanlar K1’i K2’ye çevirirken, betakaroten de bu çevrime bağlanır. Dolayısıyla çimenle beslenen hayvanların yağları menakinondan zenginleşirken, yeşillikle beslenmeyen hayvanların yağına göre çok daha yoğun sarı/turuncu tona sahip olur. Bu güzel bir pratik yöntemdir : K2 zengini gıda seçerken, yağın renginin daha sarı/turuncu olmasına dikkat edilebilir.

ÖZGÜR TAVUK YUMURTASI AVI

Şimdiye kadar sadece fabrika ürünü yumurta yediyseniz, bu kavram size yabancı gelebilir fakat bir yumurtanın kalitesi, o yumurtayı yumurtlayan tavuğun yediğine göre değişir. Özgür tavuk yumurtası yeme şansına sahip olanlar, ne demek istediğimi anlayacaklardır. Özgür tavuk yumurtasının beyazı, endüstri yumurtasına göre, daha sağlam ve daha susuzdur. Özgür tavuk yumurtasının sarısı daha dolgun ve rengi daha koyudur. Yılın belirli dönemlerinde (doğal, dönemsel değişim mevcuttur) doğal yumurtaların sarısı daha da dolgun olur ve rengi altınımsı turuncu renk alır.

Eğer klasik tahıl yemleri yumurta sarılarındaki menakinonu azaltıyorsa, kolay ulaşılabilen marketlerdeki endüstri yumurtaları nasıldır? Siz de benim gibi, bugünlerde yumurta seçiminden bunalmış olabilirsiniz. Endüstri yumurtaları, boyutlarına, renklerine ve markalarına göre dizilmişlerdir. Bunlar standart, hiç gün ışığı görmemiş, olabildiğince az çim yemiş, ampüllü kafeslerde yetişmiş tavukların yumurtalarıdır. Bir de, genellikle marketlerin ayrı bir bölümünde bulunan ve şaşırtıcı gösterişli kelimelerle tanıtılan, “sağlıklı” yumurtalar bulunur. Bu kelimeler; “kümessiz”, “serbest gezinen”, “serbest koşan”, “organik”, “doğal”, “omega-3” veya bunların çeşitli kombinasyonlarıdır. Bunlardan hangisi en iyisidir? K2 vitamini olarak bakıldığında, fazla fark yoktur. Eğer sizin “özgür tavuğunuz” yeşillikler üzerinde yeterince vakit geçirmiyorsa, menakinon yine düşük kalacaktır.

Bu durum, her ne kadar kulağa hoş gelmese de, dünyanın sonu değildir. Daha iyi yumurta talebi sayesinde, çeşitli tedarik seçenekleri oluşmaktadır. Bu aynı zamanda marketin dışında patlayan doğal bir olaya da işaret eder : yeşilliklerde eşelenen ve gezinen özgür tavuk yumurtasına yoğun talep. Gurmeler, meşhur lezzetinden dolayı, bu bulunması zor, gerçek özgür tavuk yumurtasını umutsuzca aramaktadırlar. Bu talep, mükemmel yumurta için, küçük tavuk sürüleri endüstri kurallarına maruz kalmayan yerel üreticilerin sunduğu, yeni bir pazar yaratmıştır. K2 düzeylerinizi yükseltecek yumurtalar, bunlardır.

İtiraf ediyorum, yerel üreticilerden yumurta bulamadığım zaman, marketlerde satılan “sağlıklı yumurtalardan” alıyorum. (Çeviren notu : Yazar burada, Kanada da satılan bir yumurta markası belirtmiş. Vita-Egg) Yumurta sarısının rengi sadece yeşillik yemesine bağlı değildir -maalesef-, aynı zamanda kümessiz tavuklara verilen yemlerin rengine de bağlıdır. Yine de, bu tavukların az da olsa yeşillik yiyor olması, sarılarındaki K2 içeriğini arttırıyor olmalıdır. 

______________________________________________________________________________________________________

İyi bir yumurta (Özgür Tavuk Yumurtası)

Endüstri yumurtası ile yeşillikle beslenmiş tavuk yumurtası arasındaki K2 karşılaştırma çalışması henüz tamamlanmış değil ancak özgür tavuk yumurtalarının kanıtlanmış bir çok besinsel avantajı bulunmaktadır. Ticari yumurtaların açıklanan resmi besin değerlerine kıyasla, özgür tavuk yumurtalarının içeriği şöyledir :

  • 1/3 daha düşük kolesterol
  • 1/4 daha düşük doymuş yağ
  • 2/3 daha fazla A vitamini
  • 2 kat daha fazla Omega-3 yağ asidi
  • 3 kat daha fazla E vitamini
  • 7 kat daha fazla beta-karoten
  • %50 daha fazla folik asit
  • %70 daha fazla B12 vitamini
  • 4-6 kat daha fazla D vitamini

______________________________________________________________________________________________________

7. Bölümde öğreneceğiniz gibi, A ve D vitamin takviyelerinin keşfi, K2 vitamininin besinlerimizden eksilmesine vesile olmuştur. Ancak K2 vitamininin önemini bilmediğimizden, eksikliğinde ne yapacağımızı da bilmiyorduk. K2 vitamininin eksikliği, neden kapalı alanlara hapsedilen hayvanlarda, A ve D vitamini eksikliğinin yarattığı hayati riski yaratmıyor? Tıpkı insanlardaki gibi, K2 eksikliği hayvanlarda da uzun sürede ortaya çıkıyor. Endüstri ürünü hayvanlar kısa ömürlü olduklarından, menakinon eksikliği fark edilmeyebilir. Örneğin, özgür bir tavuğun olgunlaşması en az 3 ayı bulurken, kümese hapsedilmiş (ve genellikle hormon ve antibiyotik verilmiş) tahılla beslenen tavuğun olgunlaşması sadece 7 haftadır. Endüstriyel çiftçilik, fast food’a yeni bir seviye atlatmıştır ve biz de bunun bedelini besin içeriklerinin azalması ile ödüyoruz.

Gelişmiş lezzet ve besin değeri talebine ek olarak, çiftlik hayvanlarının içler acısı yaşam şartlarının farkındalığı ve endüstriyel çiftçiliğin çevreye verdiği zarar, çayırlarda otlayan hayvan ürünlerine talebi arttırmıştır. Endüstriyel çiftçiliğin etik, çevresel ve besinsel etkilerinin tartışılması, bu kitabın kapsamı dışında olduğu gibi, gezegenimizdeki 7 milyar insana çayırlarda otlayan hayvanların ürünlerini sağlamak ayrı bir araştırma konusudur. Ancak uzun hikayeyi kısaltmak gerekirse; hayvanlarımız için iyi olan şey, bizim için de iyidir. Çayırlarda beslenen hayvanların ürünlerini bulmak çoğu zaman fazla çaba gerektirse de, gıdalarımızdaki eksik K2 vitaminini ve diğer içerikleri tamamlamak açısından önemlidir.

Süt ürünlerinizi küçük, yerel veya organik mandıralardan almanız seçeneklerinizi arttıracaktır ancak bu ineklerin yaz mevsiminde yeşillik yediğini garantilemez. Yine de, küçük ve organik mandıralar çoğunlukla ineklerini yeşilliklerde otlatan, bağımsız mandıra çiftliklerinden süt toplamaktadırlar. Eğer otlatıyorlarsa, tam yağlı sütünüzden, yoğurdunuzdan ve tereyağınızdan çok daha fazla K2 vitamini alabilirsiniz. Mandıranın logosunda yeşillikler içinde inek olmasını boşverin. Gittiğiniz mandıralarda, hayvanların nasıl beslendiğini sorgulayın.

______________________________________________________________________________________________________

Yeşillikle beslenen hayvan eti

Daha yüksek K2 içeriği almaya ek olarak, yeşillikle beslenen hayvan etini, tahılla beslenen hayvan etine göre çok daha fazla sağlıklıdır. Şimdiye kadar yapılan en geniş kapsamlı analize göre, yeşillikle beslenen hayvanın eti :

  • Toplam yağı daha az
  • Daha fazla beta karoten (K2 içeriğine bağlı olarak)
  • Daha fazla E Vitamini (Gamma-Tocopherol)
  • Daha fazla B vitamini (Thiamin ve Riboflavin)
  • Daha fazla kalsiyum, magnezyum ve potasyum
  • Daha fazla Omega-3 temel yağ asidi
  • Daha fazla konjuge linoleik asit (CLA) : Sağlıklı bir yağ ve potansiyel kanser savaşçısı
  • Daha yüksek vaccenic asit (CLA’ya dönüşür)
  • Daha az doymuş yağ

Ayrıca daha sağlıklı Omega-6 / Omega-3 yağ asidi oranına sahiptir. ( 1,65 / 4,84 )

______________________________________________________________________________________________________

Yeşillikle Beslenen İnekten Ghee (Sadeyağ) ve Tereyağ

Ghee (Sadeyağ), sağlıklı gıda dükkanlarında bulunan (*), otlayan hayvanların sütünden yapılan bir süt ürünüdür. Ghee aynı zamanda temizlenmiş Hint tereyağı, ‘ekilmiş tereyağı, tereyağı Ghee’si veya susuz süt yağı olarak da bilinir. Bu geleneksel gıda, tuzsuz tereyağın düşük ısı ile içindeki su buharlaştırılıp, katı süt yağdan ayrışıncaya kadar eritilmesi ve kaynatılması ile yapılır. Elde edilen yağ, yarı katı-yarı sıvı yoğunlukta ve oldukça dengelidir. Üç aydan bir yıla kadar buzdolabına konmadan saklanabilir.

Yeşillikle beslenen ineklerin sütünden yapılan Ghee, Dr. Price’ın çalışmasında tarif ettiği Aktivatör X’ten zengin altın renkli tereyağı tarifine tam olarak uymaktadır. İneklerin yemlendiği kuru otların yeşil içeriğine ve tereyağın özenli yağ konsantrasyonuna bağlı olarak, Ghee, K2 vitamini için oldukça bereketli bir kaynaktır. Ghee, tereyağın kullanıldığı her yerde kullanılabilir ve yüksek yanma noktası (250°C) yemeklerde kullanmak için mükemmel bir seçenektir.

Trans Yağlardan Uzak Durmak için Bir Diğer Sebep

Yeşillikle beslenen hayvanlardan üretilen gıdaların yavaş yavaş azalmasına ek olarak, mevcut K2 durumumuz, trans yağların ortaya çıkmasıyla bir darbe daha almıştır. Basitçe, işlenmiş gıda veya fast food yemek, K2 vitamini eksikliği riskini arttırmaktadır.  Tereyağ yerine, margarin ve diğer hidrojenize yağları kullanmak K2 alımımıza darbe vurmaktadır. Bu tereyağ vekilleri, bizi, K vitamininin mutasyona uğramış bir formu olan dihydrophylloquinone (DHP) ile tanıştırmıştır. K1 vitamininden zengin bitkisel yağlar sentetik olarak hidrojenize edildiğinde DHP oluşur. Ticari gıdalar ve kızartma gıdalar, zengin DHP kaynaklarıdır ve bu anti-besinin kanda ölçülen değerleri, bilim insanları tarafından düşük kaliteli beslenmeyi tespit etmek için kullanılır.

Bunun K2 vitamini ile ne alakası var? Beslenme kalitesini gösteren, kalsiyum gibi diğer göstergeleri ve yaş, vücut ağırlığı, egzersiz ve östrojen kullanımı gibi ilgili yaşam şekli unsurlarını düzenleseniz dahi , yüksek DHP alımı, erkeklerde ve kadınlarda düşük kemik mineral yoğunluğu ile ilişkilendirilmektedir. Çalışmalar, doğal K1 içeren diyetlere karşılık, K1 vitamini kaynağı olarak sadece DHP alındığında, K2 vitamini doku konsantrasyonun çok daha düşük olduğunu göstermektedir.

Biliyoruz ki, DHP’den zengin kek ve kızarmış patates yemek, K2 seviyelerini ve kemik sağlığını sıkıntıya sokar. Peki ya kalp sağlığı? Doymuş yağların yerine icat edilen hidrojenize yağların eski usül tereyağına göre, ironik bir şekilde, kalp sağlığı için çok daha kötü sonuçlar doğurduğu net bir şekilde belirlenmiştir. Ancak bu etkinin standart açıklaması, “Trans yağlar sistemik inflamasyonu arttırır ve LDL’yi (sözde kötü kolesterol) yükseltir.” şeklindedir. Aslında, çok daha doğrudan ve zararlı bir unsur söz konusudur; Trans yağlar, düşük miktarlarda dahi, kalsiyumun aterosklerotik plaklara yerleşimini arttırır.

Trans yağların kalp sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine çeşitli mekanizmalar eşlik eder ancak kalsiyum plağı oluşumundaki etkisi, tamamen trans yağların K vitamininin bozuk formu olan DHP içermesinden kaynaklanmaktadır. Yüksek ihtimalle, osteocalcin hormonunu aktive edemeyen DHP, aynı şekilde kalsiyum temizleyici MGP (matriglaprotein)’i de aktive edememektedir. Bu bizi, kırışıklar, varisli damarlar ve 4. ve 5. bölümlerde bahsedeceğimiz diğer durumlar gibi,  kalp hastalıklarına da meyilli hale getirmektedir. Eğer şimdiye kadar yapmadıysanız, bundan sonra hidrojenize yağlardan uzak durmalısınız. Gıda paketlerinin üzerindeki etiketlerde besin değerlerine bakmanın yanı sıra, içeriğe de bakmalısınız. Kanada ve Amerika’daki mevcut etiket yasalarına göre, 0,5 gram trans yağın altında trans yağ içeren gıdalara “Trans yağ yoktur” yazılmasına izin verilmektedir ve bu tüketicileri yanıltmaktadır. Eğer etiketlerde “hidrojenize” veya “kısmen hidrojenize” kelimelerini görürseniz, o gıda trans yağ içermektedir. Aynı şekilde, “mono-gliserid” ve “di-gliserid” terimleri de o gıdanın genetiğinin değiştirilmiş olduğuna işaret eder. DHP’den uzak durarak, K2 vitaminine yardım etmiş olursunuz.

Çevirenin Notu : (*) Ghee (Sadeyağ), evde de yapılabilir. Füsun Özbarut’un tarifini okuyabilirsiniz.

Özet Çeviri : Beste Ünsal Pınar

______________________________________________________________________________________________________

Sağlıklı Yaşıyoruz